Gebelerde çipo eksikliğine ve kaybedilen kanın adına konmamasından çevre çipo eksikliği anemisi kesif görülüyor. Gebelikte hem bebeğin veladet sonrası kullanacağı…
Haber
BOLU – Mehmet Güvenli Yavuz Süleyman Demirel Üniversitesi Tarım Fakültesi Bostan Bitkileri Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Yakup Özkan, ceviz ve elmanın beden için…
Şirinyalı Mahallesi Sağlam Kasapoğlu Caddesi üstünde bakım veren Momorial Lara Tıp Merkezi ’nde meme başı polikliniği, kadınlara meme sağlığı noktasında…
Kadınlar günde averaj 20 bin sözcük kullanıyor; erkeklerin konuştuğu sözcük sayısı ise 7 bin. Yer azından bazı pop veri kitaplarının…
İnanç, yaptığı yazılı açıklamada, ette bulunan vitamin ve minerallerin, C vitamini ile tüketildiğinde vücut tarafından daha çok kullanıldığını ifade etti. C vitamininin, et grubunda yer alan demirin, A ve B vitaminlerinin, vücutta daha elverişli olarak kullanılmalarında gerekli olan önemli bir vitamin olduğunu aktaran İnanç, “Ette bulunan vitamin ve mineraller, C vitamini ile tüketilmesi halinde vücut için daha faydalı hale geliyor. Bu nedenle et tüketirken yanında bir bardak portakal suyu içilmesi önemli” ifadelerini kullandı.
Prof. Dr. İnanç, etin içerdiği besin ögelerinin vücutta kullanımının daha iyi olabilmesi için aynı öğünde diğer besinlerle birlikte alınması gerektiğini kaydetti.
5. Ulusal Osteoporoz Kongresi’nde halk arasında kireçlenme tıp dünyasında Osteoatrit olarak adlandırılan hastalık için 500 uzman biraraya geldi. Kongrede ağrısız bir yaşam için bilim dünyasında yapılan çalışmalar masaya yatırıldı. İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Fiziksel ve Rehabilitasyon Anabilim Dalı Üyesi Prof. Dr. Fatma Nurten Eskiyurt kireçlenmenin bir yaşlılık hastalığı olmadığını söyleyerek şöyle devam etti: “Eklemler vücuttan daha önce yaşlanır. Dünya Sağlık Örgütü yaşlılığı 65 yaş üstü olarak tanımlıyor.
KİREÇLENME YAŞLI HASTALIĞI DEĞİLDİR
Bu nedenle kireçlenme-osteoartrit aslında yaşlılık hastalığı değildir. Kireçlenme 50 yaş üstü kişilerde sıklıkla rastlanan bir rahatsızlıktır. Eklemler daha erken yaşlandığı için kişide kas-iskelet sistemi özellikle de eklem ve çevresindeki yumuşak doku ağrıları gelişir. ‘Dizim çok ağrıyor, çömelirken, merdiven çıkarken zorlanıyorum. Namaz kılamıyorum. Bel-boyun tutukluğu, dirsek-el bileğimde ağrı var…’ gibi şikayetler ve eklem veya sabah tutukluğu ileri evrelerde ise hareket kısıtlılığı oluşur. Bu aşamada öncelikle yapılması gereken yaşam tarzını değiştirmek, ekleme binen yükü azaltmak, sağlıklı beslenmektir. Böylece hastalığın ilerlemesi önlenir.”
AĞRISIZ YAŞAMIN SIRRI YUMURTA KABUĞU ZARINDA SAKLI
“Kireçlenmeye yönelik ilaçlar 50-60 yaş üstü kişilerin kullandığı diğer ilaçlarla etkileşim yapıp, mide ve bağırsakta emilimi azaltabilir. Bu nedenle Nutrasetik adı verilen bitkisel ilaçlara dönüldü. Amerika’da 2009 yılında tamamlanan ağrı ve tedaviye yönelik bilimsel çalışmada yumurta kabuğu zarının eklem aşınmalarındaki tedavi edici etkisi tesadüfen ortaya çıktı. En son 2014 yılında Almanya’da tamamlanan dördüncü çalışmada yumurta kabuğu zarından elde edilen desteğin vücuttaki kireçlenmeyi hem tedavi ettiği hem de ağrıyı giderdiğine karar verildi. Yumurta kabuğu zarının içindeki değişik moleküllerin sadece kireçlenmedeki ağrıyı gidermediği ayrıca tedavi edici özelliği olduğu saptandı. Tüm bu bilimsel çalışmalar bize ağrısız yaşamın mümkün olabileceğini gösterdi. Hastalığın başlangıcında kişi eğer yaşam tarzını değiştirir, kilo verir, doğru beslenir, spor yapar, eklem yumuşak dokuyu kuvvetlendirirse hastalık ilerlemez olduğu seviyede kalır.”
“HER GÜN İKİ YUMURTA YENECEK”
CEM AYDOĞAN: İLK TEDAVİ YÖNTEMİ KİLO VERMEKTİR
Köln Üniversitesi Biokimya ve Endokronoloji Uzmanı Dr. Cem Aydoğan kireçlenme hastalığında ilk yapılması gerekenin kilo vermek olduğunu söyledi. Tedavi ile ancak hastalığın durdurulabileceğini sözlerine ekleyen Dr. Cem Aydoğan sözlerine şöyle devam etti:
“Kireçlenme kıkırdakların zamanla aşınmasından ortaya çıkan bir rahatsızlıktır. Değişik dereceleri vardır. Derecesine uygun olarak tedavi uygulanır. Birinci derecede ağrılar günlük hayatı etkilemediği için kişi doktora başvurmaz.
SABAH AĞRISI GÜN İÇİNDE GEÇER
Sabah hissettiği ağrı gün içinde geçer. Ağrılar çoğaldığı zaman sabah tutukluluğu, diz veya kalçada hareket kısıtlılığı gözlenir. Merdiven çıkarken, eğilirken, düzelmeye ya da kalkmaya çalışırken zorluk varsa artık hastalık üçüncü dereceye gelmiştir. Kişi artık kireçlenme hastasıdır. Hasta ikinci veya üçüncü derecede tutukluk veya sancı çoğaldığı zaman doktora başvurur. İlk tedavi yöntemi genelde kilo vermektir. Kıkırdaklarda aşınma olduğu için ağrıdan kurtulmak mümkün olsa bile eski hale dönüş mümkün değildir. Halk arasında kireçlenme olarak adlandırılan osteoartrit genellikle orta yaş üstü (50 yaşın üzerinde) kadınlarda görülen bir hastalıktır.
NELER YAPILMALI?
Hastalığın gelişimini hızlandıran faktörler:
Kilonun fazla olması, Hareket azlığı, İlaçların yan etkilerine dikkat! Ağrıyı tetikleyen unsurlar genelde kıkırdakların aşınmasıdır. Hastalığın üçüncü evresinde ilaç tedavi başlar. Verilen ilaçlarda amaç ağrıyı azaltmaya yöneliktir. Hastalığın dördüncü evresinde artık ameliyat ile tedavisi uygulanmak zorundadır. Verilen ilaçların yan etkileri olabilir. Bu etkiler mide bağırsaklarda kendini hissettirir. Bu açıdan bilim dünyası değişik alternatifler aramaya çalıştı. Amerika’da yapılan bir çalışmada tesadüfen yumurta kabuğu zarının kıkırdaktaki sancıya ve tutukluğa iyi geldiği keşfedildi. Amerika ve Almanya’da başta olmak üzere toplam 4 bilimsel çalışma yapıldıktan sonra yumurta kabuğu zarındaki değişik proteinlerin ağrıyı 7 ve 10 gün arasında yüzde 40 oranında azalttığı saptandı.”
Ünlü, hava kirliliğinin, endüstri devrimiyle birlikte özellikle batı ülkelerinde önemli bir halk sağlığı sorunu olmaya başladığını söyledi.
İnsan sağlığını etkileyen havadaki kirletici maddeler içinde yer alan kükürdioksit ve asılı partiküler maddelerin etkilerinin ayrı ayrı gözden geçirilebildiğini belirten Ünlü, “Hava kirliliği kişilerin amfizem, astım, bronşit, kanser gibi hastalıklara yakalanmasını kolaylaştırır, akciğer kanserine yol açabilir. Hava kirliliğine bağlı olarak boğaz tahrişi, göz yaşarması ve baş ağrısı gibi belirtiler de sık görülebilir” diye konuştu.
Ünlü, kükürtdioksitlerin, akciğer hava keseciklerinin daralmasına yol açtığına dikkati çekerek, azotoksitlerin ise akciğer savunma mekanizmasının bozulmasına, akciğer ödemi ve hava keseciği iltihabına neden olduğunu vurguladı.
ASTIMLI HASTA ÖLÜMLERİ ARTTI
Hava kirliliğine yol açan etmenlerin bazılarının akciğer kanserinin de nedeni olduğunu ifade eden Ünlü, şunları söyledi:
“Hava kirliliği, akciğer nedenli ölümlerde, astım nöbetlerinin alevlenmesinde, akut solunumsal hastalıklarda, kronik akciğer hastalığı alevlenmelerinde artışa yol açmaktadır. Astımlı hastaların hava kirliğine bağlı hastane başvuruları ve ölümleri, son 40 yıl içinde artmıştır. Avrupa toplumlarında geniş grupları kapsayan araştırmalarda kükürtdioksit ve parçacık yüksekliğinin arttığı dönemlerde hava yolu tıkanıklıklarının daha yüksek oranda görüldüğü belirlenmiştir.”
Kronik solunum yolu hastalarına, hava kirliliğinin yoğun olduğu günlerde dışarı çıkmamaları tavsiyesinde bulunan Ünlü, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Son çalışmalar, 2,5 mikrometreden küçük parçacıkların, diyabet ve kalp damar hastalıkları nedenli ölümlerle ilişkisi üzerinde durmaktadır. Kronik solunum yolu hastaları, yoğun hava kirliliği olan günlerde dışarı çıkmamaları gerekmektedir. Hava kirliliği ve risk grupları ise bebekler, gelişme çağındaki çocuklar, gebe ve emzikli kadınlar, yaşlılar, kronik solunum ve dolaşım sistemi hastalığı olanlar, endüstriyel işletmelerde çalışanlar, sigara kullananlar ve düşük sosyo ekonomik grup içinde yer alanlardır.”
Çok sevdiğiniz, yemekten asla vazgeçemediğiniz bazı yiyecekler aslında sizi yaşlandırıyor . Tatlılar, ızgarada pişmiş etler, ekmekler ve daha fazlası… İşte…
Türkiye’de uygulanan yeni yöntem ile başta down sendromu olmak üzere anne karnındaki bebeklerin taşıdığı genetik riskler yüzde 99,7 gibi mükemmel bir doğruluk payı ile, sadece annenin kolundan alınan birkaç damla kan ile öğrenebiliyor.
Türkiye’de kullanılmaya başlanan Harmony Test hakkında bilgiler veren Yeditepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Gazi Yıldırım, testin en önemli özelliğinin hiç bir risk içermemesi olduğunu belirtti. Gebelik sürecinde bebeğin maruz kalabileceği genetik bozuklukların erken evrede saptanmasının hayati değere sahip olduğunu söyleyen Yıldırım şu bilgileri paylaştı:
“Gebelik ve yeni bir bireyin dünyaya gelmesi olağanüstü bir süreçtir. İnsanlık tarihinden bu yana anne karnındaki bebek merak edilse de son 50 yıla kadar bebeğe yönelik herhangi bir tanı ya da girişim olmaksızın doğumlar gerçekleşmiştir. Oysa tüm bebekler sağlıklı değildir ve bebeklerin bir kısmının (%3-14) fiziksel kusurlarla(kalp anomalileri) dünyaya gelirken bir kısmının da (%0.5-1) kromozom(down sendromu) ya da diğer genetik hastalıklarla dünyaya gelir. Bu doğumsal sorunların bir kısmının bebek doğmadan önce teşhisi(prenatal tanı) ultrasonografi ile bebeğin incelenmesi, bebekten materyal alma (amniyosentez, plasenta biyopsisi) ve genetik tanı yöntemlerinin geliştirilmesi ile mümkün olmuştur. Genetik hastalıklarda prenatal tanının başlıca amacı; yaşam boyunca ağır bedensel ve zihinsel özürlere neden olan ve tedavisi olanaksız kalıtsal hastalıkları ve malformasyonları, gebeliğin erken dönemlerinde tanımlamak, aileye bilgi vermektir” dedi.
“TEST GERÇEK ANLAMDA BİR DEVRİM”
Yıldırım, bu testin gerçek anlamda bir devrim olduğunu ifade ediyor, “Bütün kromozomları sayı ve yapı olarak her açıdan inceleyebiliyorsunuz. Tam doğruluk açısından hâlâ bunun üzerine çıkan bir test yöntemi geliştirilemedi. Bir hekimin veya bir ailenin gözden kaçıracağı en önemli kromozom hastalığı da ‘Down sendromu’ oluyor. Bu yüzden de yoğunlukların tümü bunun yakalanmasıyla ilgili oluyor. Bu yeni teste tarama denilmesinin amacı, riskli grubu belirliyor ve kişiyi, hekimi kesin tanı testlerine yönlendiriyor. Bütün gebelerde amniyosentez yapılamayacağı için bu tarama testi önemli bir araç, yöntem haline geliyor. Kaldı ki 500 down sendromlu vaka yakalayacağım diye belki de bir o kadar bebek kaybedeceksiniz. Dolayısıyla hekim, operatör deneyimli değilse işlemlerin riski çok yüksek olabilir. Bu kadar çok girişimin, geç haftalara kadar tanı işlemlerin önüne geçilmesi gibi durumların ortadan kalkması amacıyla bu tarama testi önemlidir. Çok erken haftada yapılması çok önemlidir. Gebeliğin 10. haftasında anne kanına yeterince bebek hücresi geçmiş oluyor. Bu haftada yapılan testin sonuçlarını 2 hafta sonra alabiliyoruz” diye konuştu.
Bebekten örnek almayı gerektiren bu girişimler kesin sonuç vermesi açısından üstün olsalar da özellikle gebelik kaybı gibi riskler taşıması ve genetik incelemenin maliyetli olması nedeniyle tüm gebelere önerilmesi mümkün olmadığını, bu yüzden tüm gebelere önermek yerine riski grubun belirlemesi yoluna gidildiğini ifade eden Yıldırım şöyle devam etti:
“Çok sayıda kromozom bozukluğu ya da genetik hastalık olsa da, yaşayan bebeklerde mental geriliğin en sık nedeni olan down sendromu (trizomi 21) her yaşta gebede ve tüm toplumlarda görülmesi nedeniyle üzerinde en çok durulan kromozom sorunu olmuştur. Yaklaşık 30 yıldır özelikle gelişmiş ülkelerde down sendromu tarama testleri yapılmaktadır. ileri yaştaki annelerin down sendromlu (DS) bebek doğurma riskinin yüksek olması ilk tarama girişimidir. Sonrasında bebeğe ve plasentasına ait özeliklerden yola çıkılmış, ultrasonografi ve serum tarama testleri ile DS bebekler ayırt edilmeye çalışılmıştır. Bunlar bugünkü bilinen isimleri ile DS tarama testleridir (ikili, üçlü, dörtlü test). Bu testler birbirinden bir kısım özellikleri ile ayrılsa da sadece riskli grubu belirler en iyi uygulandığında bile DS bebeklerin bir kısmı tespit edemez. Tüm dünyada 93 ülkede toplamda 620 bin hamilede yapılmış olan bu test, ülkemizde 7.000 gebede uygulanmıştır. Bu yöntem, henüz rutin tanı testi olarak kabul görmemekte ileri düzey bir tarama testi olarak kabul edilmektedir. Trisomi 21 olgularını yakalama şansı %99 üzerinde, Trisomi 18 yakalama şansı %98 üzerinde, Trisomi 13 yakalama şansının % 80 civarında olduğu bildirilmektedir” diye konuştu
Prof. Dr. Uncu, Antalya-Belek Turizm Merkezindeki bir otelde düzenlenen “6. Ulusal Üreme Endokrinolojisi ve İnfertilite Kongresinde” basın mensuplarıyla bir araya geldi.
Türkiye’de evli çiftlerin yüzde 15’inde üreme problemi olduğunu belirten Uncu, bunun 3’te birinin sadece kadına ait nedenler, 3’te birinin sadece erkeğe ait nedenler, 3’te birinin de hem erkeğe hem kadına ait nedenler olduğunu söyledi.
Uncu, üreme sağlığı konusunda bilimin çok ilerlediğini, tedavi seçeneklerinin olağanüstü değiştiğini ve “Artık sizin çocuğunuz olamayacak” dedikleri çift sayısının yüzde 1’in bile altına düştüğünü ifade etti.
Doğurganlığı etkiyen faktörler
Doğurganlığı etkileyen faktörler hakkında da bilgi veren Prof. Dr. Uncu, kadının doğurganlığını direkt olarak yumurtalık, yumurtalık kapasitesi, rahmin ve kanalların yapısının, erkeğin üremesini ise sperm parametrelerinin etkilediğini bildirdi.
Uncu, kadın ve erkeğin üreme sistemlerinin birbirinden farklı olduğuna işaret ederek, şunları kaydetti: “Erkeğin üreme sisteminde bir kök hücre var ve buradan devamlı sperm üretimi oluyor. Bu üretim hayat boyu sürüyor. Kadının yumurtalığında ise kök hücre yok. Kadın bir rezervle doğuyor. Kadın bu rezervi menopoza kadar tüketiyor. Kız bebeğin anne karnında 7 milyon yumurtası var, doğduğunda bu sayı 2 milyona kadar düşüyor. Yani kız çocuğu 5 milyon yumurtasını anne karnında tüketiyor. Doğduğunda var olan 2 milyon yumurta, 12 yaşına kadar 300 bine düşüyor. Ondan sonra da her gün 10-15 yumurta tüketerek menopoza kadar gidiyor.”
Obezite ve strese dikkat
“Dünyada ve Türkiye’de kadınların yumurtalık kapasitesi azalıyor, özellikle ülkelerin endüstrileşmiş bölgelerinde sorun çok ciddi” diyen Uncu, bu anlamda Türkiye’de en kritik bölgelerin İstanbul, Gebze, Bursa, Kocaeli olduğuna dikkati çekti. Uncu, kadınların yumurtalık kapasitesinin azalmasının gebe kalmayı olumsuz etkileyen en önemli faktörlerden biri olduğunu vurgulayarak, petrol ürünlerinde bulunan “dioksin” maddesinin de kadınların yumurtalıklarındaki gen hücrelerini ve erkeklerdeki spermi öldürdüğünü, ayrıca stres, obezite ve sigaranın da üremeyi olumsuz etkileyen faktörler olduğunu dile getirdi.
Yumurta dondurma
Kadın yumurtası, yumurtalık dokusu, embriyo ve spermin teknik olarak dondurulabildiğine değinen Uncu, Türkiye’de embriyo dondurmasının evli çiftlerin izniyle 5 yıla kadar, kadın yumurtasının da ancak sağlık sorunları sebebiyle (kanser tedavisi, erken menopoz veya düşük yumurta kapasitesi) dondurulabildiğini anlattı.
Çiftlerden biri öldüğünde veya boşanma olduğunda dondurulmuş embriyonun ilgili sağlık müdürlüğüne haber verilerek mevzuat gereği imha edilmesi gerektiğini ifade eden Gürkan Uncu, “Şu anda bununla ilgili Türkiye’de çok fazla dava açılmış durumda. Çünkü taraflardan biri (ben çocuğumun imha edilmesini istemiyorum) diyebiliyor” diye konuştu.
“Üremeyle kariyeri dengelemek lazım”
Uncu, kadınlarda en ideal gebelik yaşının ise 25-28 yaş aralığı olduğunu bildirerek, şöyle devam etti: “Bebeğin en kolay oluştuğu ve en az sorunla devam ettiği yaş aralığı 25-28. 32’den sonra düşmeye başlıyor. 35’te bir düşme daha yaşanıyor, 37’de dramatik düşüyor, 40’ından sonra da yumurtalar bozulmaya başlıyor. Bu nedenle ideal gebelik yaşının kaçırılmaması lazım, 35’ten sonraya bebeği bırakmayın. Kadının psikolojisi düşünüldüğünde bazen negatif etkileyebilir ama fizyolojisini düşünürseniz doğum kadın için ciddi bir yenilenmedir. O nedenle kadınlara önerim üremeyle kariyeri dengelemeleridir. Hem kariyer yapın hem çocuk yapın, çocuk planınızı ertelemeyin.”
Üç çocuğa destek
Giderek yaşlanan nüfus dikkate alındığında Türkiye’nin üremeye ihtiyacı olduğunun altını çizen Uncu, 3 çocuğu net olarak desteklediklerini söyledi.
Tıp alanında en fazla kadın doğum doktorlarının dava edildiğini ve açılan davalar nedeniyle doktor adaylarının kadın hastalıkları ve doğum bölümünü seçmek istemediğini anlatan Uncu, “Benim mezun olduğum dönemlerde en yüksek uzmanlık alanlarından biri kadın doğumdu. Şimdi asistan bulamıyoruz, ‘Kadın doğuma gelin’ diye yalvarıyoruz. Öğrencilerimiz gelmek istemiyorlar çünkü açılan davalardan korkuyorlar” diye konuştu.
Tüp bebek merkezlerinde sıra var
Torba yasa ile SGK kapsamında tüp bebek denemesinin 2’den 3’e çıkarılmasının tüp bebek merkezlerine talebi artırdığını kaydeden Uncu, tüp bebek merkezlerinin talepleri karşılamakta zorlandığını ve başvuruda bulunanlara bir yıl sonrasına gün verdiğini belirtti.
Prof. Dr. Gürkan Uncu, ilgili mevzuata göre, Türkiye’de yeni tüp bebek merkezi açılmasına izin verilmediğini, sadece hastane bünyesinde tüp bebek merkezi açılabildiğini dile getirerek, bundan dolayı tüp bebek merkezlerinin tıpkı taksi plakaları gibi yüksek hava paralarıyla devredildiğini sözlerine ekledi.
İsveç’te yapılan araştırma, laktoza hassasiyeti bulunanların meme, yumurtalık ve akciğer kanserine yakalanma riskinin daha az olduğunu ortaya koydu.
Lund Üniversitesi’nden bilim adamları, laktoz hassasiyeti bulunduğu için süt ve süt ürünlerini çok az tüketen 22 bin 788 kişi ile ailelerinin sağlık verilerini inceledi.
Araştırma, laktoza hassasiyeti bulunan katılımcıların toplumun geneline göre bu kanser türlerine yakalanma riskinin daha az olduğunu ortaya koydu.
Bilim adamları, Kuzey Amerika ve Batı Avrupa’da meme, yumurtalık ve akciğer kanserine yakalananların sayısının Asya ve Orta Afrika’dan daha fazla olduğunu da hatırlattı. Bu durumun süt ve süt ürünlerinin Kuzey Amerika ve Batı Avrupa’da daha fazla tüketilmesinden kaynaklanıyor olabileceği belirtildi.
Ancak bilim adamları sonuçların dikkatle değerlendirilmesi gerektiğini, süt ve süt ürünleri ile kanser arasında neden-sonuç ilişkisi olduğunu söylemenin doğru olmayacağını, etkenlerin saptanması için başka araştırmalara ihtiyaç duyulduğunu vurguladı.
Araştırmanın sonuçları “British Journal of Cancer” dergisinde yayımlandı.
Kaynak: Hürriyet
Tel Aviv Üniversitesi’nden bilim adamları, 307 bin 900 kişinin sağlık verilerini inceledi ve katılımcıların D vitamini düzeyine baktı. Astım krizlerinin kanındaki D vitamini eksik kişilerde yüzde 25 fazla olduğu ortaya çıktı. Araştırmaya imza atanlardan Confino Cohen, astım hastalarının D vitamini seviyesini ölçtürmesinin önemli olduğunu, krizleri azaltmak için vitamin seviyesi düşük kişilere doktorun takviye önerebileceğini vurguladı.
Astım hastalarının uyku sorunları ve halsizlikten de yakındığını belirten Cohen, D vitamininin bunları da gidererek daha kaliteli bir yaşam sağlayabileceğine dikkati çekti. Araştırmanın sonuçları “Allergy” dergisinde yayımlandı.
Yapılan bilimsel çalışmalara göre, kakaodan elde edilen flavanol ile yaşlanmadan ortaya çıkan hafıza kaybı sorununun ortadan kalkabileceği ortaya çıktı.
Bir kadının hayatı boyunca yılda ortalama 400 kere regl olduğunu düşünürsek bu zor zamanlara özel bir pantolon yapılması için geç…
İrlanda’nın Belfast kentindeki Queen’s Üniversitesi’nden Prof. Sam Porter, depresyon ve duygusal bozukluklar yaşayan gençlere uygulanan geleneksel tedavilerle müzik terapisini karşılaştırdı.…
Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Dr. Özge İdem, menopozun düzenli kontroller ve basit önlemlerle gayet rahat geçirilebileceğini söyledi.
Evliliklerde eşler arasındaki kavga çiftleri ruhsal yönden etkilediği kadar kilo sorununa da yol açıyor. Araştırmalara göre sürekli tartışmak yılda yaklaşık 5,5 kilo aldırıyor.